28 Aralık 2014 Pazar

Kalsitonin

Kalsitonin kan kalsiyum düzeylerini düşüren bir hormondur. Kalsitonin Kemik yapımını uyarır, Paratiroid hormon salınımını inhibe eder, Kemik hücresinde kemik yıkımını azaltır, Kemikten kana kalsiyum geçisini azaltır, Kandan kemiğe kalsiyum geçisini artırır. Sonuçta kan kalsiyumunu düsürülür.

Tiroid hormonlarının etkileri

 

Vücudun pek çok hücresinde hücresel reaksiyonları hızlandırır. Böylece; Bazal metabolizma hızı artar, Büyüme hızlanır, Çocuklarda sinir, kas ve iskelet gelişimi için şarttır Hücresel farklılaşma ve ve protein sentezi uyarılır. Karbonhidrat ve yağ metabolizması uyarılır. (kalorijenik etki). Tiroid bezi aktivitesinin artmasına hipertiroidi, azalmasına ise hipotiroidi denir.

11 Aralık 2014 Perşembe

Growth hormon

Tek bir özel hedef organı olmayıp bütün vücut bölümlerini etkileyerek büyümeyi uyarır. En belirgin etkisi çocuklarda ve adelosan dönemde doku kitlesini artırarak (protein sentezi) ve hücre bölünmesini uyararak büyümeyi hızlandırır. Uzun kemiklerin epifiz plakları üzerine doğrudan etkiyerek epifiz plaklarının devamlılığını sağlar. Büyüme dönemindeki bir kişide BH salgısı yetersiz olursa epifiz plakları erken kapanır ve vücut büyümesi durur dwarfizm (cücelik) ortaya çıkar. Tersine BH sekresyonu adolesan dönemin sonuna doğru azalmazsa giantism (devlik) oluşur ve kişinin boyu uzamaya devam eder. BH sekresyonu normal büyüme bittikten sonra fazla olursa akromegali (acromegaly) adı verilen durum ortaya çıkar. Akromegalide baştaki, ellerdeki ve ayaklardaki kemiklerde uzamadan ziyade kalınlaşma ortaya çıkar.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Follikül stimüle edici hormon (FSH)

 FSH da bir gonadotropik hormondur. FSH dişilerde menstruel siklus boyunca ovelerde follikül hücrelerinin büyümesini ve follikül hücrelerinden östrojen salınmasını uyarır. Erkeklerde FSH testislerde sperm üreten hücreleri uyarır. Salgısı gonadotropin salgılatıcı hormon ile kontrol edilir.

Luteinizan Hormon (LH)

 Ovulasyon-Yumurtlama; overlerden olgun yumurta hücresinin aylık periyotlar halinde salınması LH ovulasyonu uyaran gonadotropik bir hormondur. LH nın hedef organı ekeklerde testislerdeki interstitiyel hücreler ki bu hücreler testesteron salgılarlar. Dişilerde ise overlerdir. LH salgısı progesteron, östrojen ve testesteron gibi hormonlarla feedback olarak düzenlene gonadotropin salgılatıcı hormon (GHRH) tarafından kontrol edilir.

14 Kasım 2014 Cuma

Tiroid stimüle edici hormon(TSH)

TSH tiroid bezi hormonlarının sekresyonunu ve sentezini uyarır. TSH nın fazla salgılanması guatr olarak isimlendirilen tirod bezinin genişlemesine yol açar. TSH sekresyonu hipotalamusta üretilen tirotropin salgılatıcı hormon (TRH) ile kontrol edilir.

Adrenokortikotropik hormon (ACTH)

 ACTH böbrek üstü bezinden glukokortikoidler olarak adlandırılan steroid yapılı hormonların üretimini ve salgısını artırır. ACTH salgısı hipotalamustan salgılanan kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH) tarafından düzenlenir. Stres, insülin, ADH ve diğer hormonlar kortikotropin salgılatıcı hormon salgısını feedback mekanizmalar ile etkileyerek ACTH salgısını artırırlar.

Prolaktin

Prolaktin Prolaktinin kadınlarda iki görevi vardır; 1. Östrojen (dişi cinsiyet hormonu) ile birlikte gebelikte meme bezlerinde meme kanallarının gelişimini uyarır. 2. Doğumdan sonra meme dokusunda süt üretimini uyarır. Prolaktin salgısı hipotalamusta üretilip adenohipofize aktarılan iki hormon tarafından kontrol edilir; 

1.Prolaktin salgılatıcı hormon 

2.Prolaktin salgısını durdurucu hormon

5 Kasım 2014 Çarşamba

Antidiüretik hormon (ADH)

 Antidiüretik hormon (ADH) Antidiüretik: idrar atılımını azaltan ADH diğer adıyla vazopressinin ana görevi vücut sıvı dengesinin düzenlenmesine katkıda bulunmaktır. ADH nın hedef organı böbreklerdir. Böbreklerden su geri emilimini artırarak, idrar yoluyla su atılımını azaltır. Dehidrasyon ve hipotansiyon gibi kan sıvı miktarının azaldığı durumlarda ADH salgısı artar.

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Oksitosin

 Oksitosin doğum esnasında uterus kasının kasılmasını, doğumdan sonra da süt salgılanmasını uyaran bir hormondur.

28 Haziran 2014 Cumartesi

Hormonların Etki Mekanizmaları

 Hormonlar kan dolaşımına verilince, kanın ulaştığı her yere gidebilirler. Ancak hormonlar, yalnızca belirli bir hormona özgü reseptörü olan hücreler üzerine etkili olabilir. Bu özel reseptöre sahip hücrelere hedef hücre ya da daha genel olarak hedef doku veya hedef organ denir. Protein, peptid ve aminler yağda çözünmezler, bu sebeple de hücrelerin plazma membranlarını geçemezler. Bu tür hormonların reseptörleri hücre membranının dışındadır. Hormonun reseptörü ile birleşmesi hücre içinde, ikincil haberci denilen bir bileşiğin oluşmasına neden olur. Hormonun hücre içinde etkisini, ikincil haberci denilen bu bileşikler gösterir. İkincil haberciler hücre içinde daha önceden programlanmış aktiviteleri hızlandırır ya da inhibe ederler. Bu aktiviteler, bir enzimin etkisini veya protein sentezini değiştirmek ya da, bir membran kanalını açmak veya kapamaktır. Çeşitli hormonlar tarafından kullanılan ikincil habercilerin başlıcaları şunlardır.

Hormonlar ve Kimyasal Yapıları

 Hormonlar kimyasal yapıları Amino asit türevleri: Katekolaminler trozin isimli amino asitten yapılırlar, nöronlardan ya da adrenal bezinden salınırlar. Troid hormonları da tirozin amino asidinden türerler, tiroid bezinden salınırlar. Melatonin triptofan amino asidinden yapılır, pineal bezinden salınır. Peptid hormonlar: Amino asit zincirlerinden oluşurlar. Hormonların büyük çoğunluğu peptid yapısındadır. Steroid hormonlar: Lipit türevidirler. Aldosterone, glukokortikoidler, ve gonadal hormonlar bu guruptandır. Plazmada erimedikleri için tasıyıcı proteinleri vardır.

Hipofiz bezi

Beyinde hipotalamusun hemen altında bulunur. İki ayrı lobtan oluşmuştur; Anterior lob (adenohipofiz) Posterior lob (nörohipfiz) Adenohipofiz gerçek bir endokrin bezdir ve salgı hücreleri ihtive eder. Nörohipofiz ise hiptalamustan köken alan pek çok sinir ucunun sonlandıgı bölümdür ipofiz hipotalamus ilişkisi Hipofiz bezi kan damarları ve sinir lifleri ile hipotalamusla bağlantılıdır. Bu bağlantı sinir sistemi ile endokrin sistem arasındaki direkt bir bağlantıdır. Hipotalamus ile adenohipfiz arasındaki bağlantı hipotalamik-hipofiziel portal sistem adı verilen damar sistemi ile sağlanır. Hipotalamus ile nörohipofiz arasındaki bağlantı ise sinirler aracılığıyla gerçeklestirilir. Hipofiz-hipotalamus ilişkisi Hipotalamus; Adenohipofizden salgılanan hormonların salgılanmasını düzenleyen salgılatıcı (releasing) ve salgıyı durdurucu (inhibiting) hormonlar salgılar. Bu hormonlar kan yoluyla hipofize gelir. Antidiüretik hormon (ADH) ve oksitosin hormonlarını sentezler, depolar ve nörohipofizden salgılatır. Bu hormonlar sinirin aksonu aracılığıyla hipofize gelir.

12 Haziran 2014 Perşembe

Endokrin Bezler

 Hipofiz bezi-Hipotalamus Tiroid bezi Paratiroid bezi Böbrek üstü bezleri Pankreas Gonadlar-cinsiyet bezleri 


Digerleri Böbrekler Pineal bez Timus bezi Kalp Sindirim kanalı Plasenta

Endokrin sistem

 Endokrin sistem bir kontrol ve düzenleme sistemidir. Vücuttaki 3 ana fonksiyon ile yakın ilişkilidir. 1. Vücut sıvılarındaki kimyasal maddelerin konsantrasyonunun, protein, lipit ve karbonhidrat metabolizmasının düzenlenmesi, 2. Sinir sistemi ile birlikte vücudun streslere karşı koymasına yardım etmek, 3. Seksüel gelişim ve üremeyi içene alan büyüme ve gelişmenin düzenlenmesi. Endokrin bezler ve hormonlar Endokrin sistem endokrin bezler olarak adlandırılan doku ve organlardan oluşmuştur. Bu bezler hormon olarak adlandırılan kimyasal maddeleri sentezleyip salgılarlar.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Enerji için Protein Kullanımı

 • Proteinler uzamış ve şiddetli egzersizlerde enerji kaynağı olarak kullanılırlar. • Proteinlerin enerji elde etmek için enerji yollarına girebilecek hale getirilmeleri gerekir. • Bunun için aminoasit molekülünden nitrojen ayrılmalıdır. • Bunun yapıldığı başlıca organ karaciğerdir ve bu işlemin adı da deaminasyondur. • Fakat kasta da bu iş yapılabilir, buna da transaminasyon denir. • Aminoasitten amino grubu ayrıldıktan sonra geriye kalan karbon iskeleti krebs siklusuna girer ve ATP oluşumuna katılır. • Aminoasitler enerji için kullanıldığında nitrojen içeren amino grubunun vücuttan uzaklaştırılması gerekir. • Bu, ancak suda eriyerek idrar yoluyla mümkün olur ve bu nedenle proteinlerin kullanılması vücut su kaybını artırır.

16 Mayıs 2014 Cuma

Krebs Döngüsü ve Protein Metabolizması

Krebs Döngüsü • Enerji anaerobik yollardan yani oksijenin yeterli olmadığı ortamlarda sağlandığı zaman pürivik asit laktik asite dönüşür. Laktik asit oksijen varlığında bazı dokularda tekrar glikoza dönüştürülür. • Bu dönüşümün büyük bir bölümü karaciğerde gerçekleşir. • Kalpte laktik asiti pürivik asite çevirerek enerji için kullanabilir. • Protein ve yağlardan karbonhidrat oluşturulmasına gluconeogenez adı verilir. Protein Metabolizması • Proteinler sindirim kanalında son ürün olarak amino asitlere kadar parçalanırlar. • Amino asit molekülleri hücre membranı porlarından kolaylıkla düfüzyona uğrayamayacak kadar büyüktür. • Bu nedenle amino asitlerin önemli bir miktarı membranlardan taşıyıcı kullanarak kolaylaştırılmış ya da aktif transportla iletilir. • Amino asitler hücrelere girdikten sonra derhal hücre proteinlerini oluşturmak için peptid bağlarıyla birbirlerine bağlanırlar.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Beslenme, Metabolizma ve Termoregülasyon

 

Metabolizma 

• Hücrelerin yaşamını sürdürebilmeleri için gerekli kimyasal süreçlerin tümüne metabolizma denir. • Metabolik reaksiyonların büyük bir bölümü hücredeki fizyolojik sistemler için gerekli enerjinin besinlerden sağlanması ile ilgilidir. • Enerji veren besinler protein, yağ ve karbonhidrattır. • Bunlar hücrelerde okside olurlar ve bu esnada büyük miktarlarda enerji serbestler. Enerji Kaynağı olarak ATP • Canlı sistemlerinde kimyasal tepkimelerin başlaması için enzimler gereklidir. Ancak tek başına yeterli değildir. Bir tepkimenin başlaması için enerjiye gerek vardır. Herhangi bir hücrede geçen bir olayda kullanılan enerji doğrudan ATP den sağlanır. • ATP’nin yapısında, iki organik molekül ve birbirine zincirlenmiş üç fosfat bulunur. Organik moleküllerden biri azot içeren adenin; diğeri 5 karbonlu riboz şekerdir. ATP molekülünde bulunan enerjinin büyük bölümü fosfatlar arasında bulunur. Bu bağa yüksek enerjili fosfat bağı denir ve dalgalı kısa bir çizgi ile gösterilir. Azotlu baz + 5 C’lu şeker + 3 mol Fosforikasit adenin + riboz + 3P • ATP’nin fosfat bağlarındaki enerji, ısı enerjisi olarak kaybolmaz. Hücrede birçok enerji gerektiren biyokimyasal olayın gerçekleşmesinde rol oynar. ATP molekülü yapısında bulunan en, uçtaki fosfat grubunu, başka bir moleküle aktarır. Bu sırada, fosfat bağlarındaki enerji de moleküle geçer. Enerji alan molekül aktif hale gelir ve böylece diğer reaksiyonlara hazır olur. ATP molekülü bir fosfat grubu verdiği zaman ADP’ye, iki fosfat grubu verdiği zaman AMP’ye dönüşür. • ATP molekülü sadece hücre içinde bulunur. Dışarıdan besin maddeleriyle doğrudan ATP almak mümkün değildir. Diğer yandan ATP hücre içinde çok kısa süreli depolanabilme özelliği, bu molekülün sürekli yenilenmesini zorunlu kılar. Buna göre; bir molekül ATP sentezlenebilmesi için ADP bir fosfat grubu ile, AMP ise iki fosfat grubuyla birleşir. • Besinler hücrelerde okside olurken serbestleşen enerji ATP oluşturmak için kullanılır. Enerji kısacası ATP’nin fosfat bağlarında depolanır. Karbohidrat Metabolizması • Karbonhidrat sindiriminin son ürünü; glikoz (% 80), fruktoz, galaktoz dur. • Glikoz kolaylaştırılmış difüzyon ile kandan hücrelere girer. • İnsülin hormonu glikoz girişini hızlandırır (10 katı kadar). • Glikoz hücrede glikokinaz ya da hekzokinaz enzimi ile glikoz 6 fosfata fosforile edilir. • Glikoz karaciğer ve kasta glikojen olarak depo edilebilir, buna glikojenez denir. • Depo edilen glikojenin tekrar glikoz oluşturmak için yıkılmasına glikojenoliz denir. • Epinefrin ve glukagon glikojenolizi hızlandırır. • Glikozun 10 basamaktan oluşan bir reaksiyon ile hücre sitoplazmasında pürivik asite kadar yıkılmasına glikoliz denir. • Bu yıkım esnasında 4 mol ATP oluşur, bunun 2 mol ü yıkım için kullanılır. • Pürivik asit ya Asetil Koenzim A ya da laktik asite dönüşür. Asetil Koenzim A ya dönüşürse glikozun yıkılımı mitokondride devam eder (sitrik asit siklusu ve elektron transport zinciri). Sonuçta 34 mol. daha ATP oluşur. Krebs döngüsü, hücresel oksijenli solunumun, glikoliz evresinden sonra gelen ikinci aşamasıdır. Krebs devri reaksiyonları mitokondride gerçekleşir. Reaksiyonlar başlamadan önce 2 molekül pirüvik asit mitokondriye geçer. Döngüde basamaklarda oluşan her NADH ve FADH2, Elektron Taşıma Sistemi'ne aktarılır.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Geri Emilim (Reabsorbsiyon)

 • Filtrat içindeki su ve suda erimiş maddeler basit difüzyon ve aktif taşınma gibi bilinen taşınma yöntemleri ile önce tübülüs epitel hücrelerine buradan da kana geri emilirler. Maddelerin geri emilmeleri organizmanın gereksinmesi doğrultusunda düzenlenmektedir. • Geri emilimin % 60-90 ı proksimal tübülüs bölgesinde yapılmaktadır. Bu bölgede geri emilen maddeler, (glikoz,aminoasitler, madensel tuzlar, vitaminler, iyonlar, üre ve ürik asidin bir kısmı) yarattıkları ozmotik güç ile bir miktar suyun da geri emilimini sağlarlar. • Tübülüslerde geri emilemeyen madde miktarının artması (kreatinin, sülfat, NH3, üre ve ürik asitin diğer kısmı) suyun geri emilimini azaltarak diüreze neden olur. • Diüretik ilaçlar, bazı maddelerin geri emilimini engelleyerek, mannitol ise tübülüslerden reabsorbe olamadığı için diüreze neden olmaktadır. • Bazı hormonlar tübülüslerden geri emilecek maddeler üzerine etkilidirler. Bunlardan aldosteron böbrek üstü bezinden salgılanır, distal tübülüs bölgesine etki ederek Na+ iyonunun geri emilimini artırırken K+ ve H+ iyonunun idrar ile atılmasını hızlandırır. • ADH ise distal tübül ve toplayıcı kanalların suya olan geçirgenliğini kontrol etmektedir. Kanın ozmolaritesi artınca hipofiz arka lobundan ADH salgılanır. ADH varlığında toplayıcı kanallarda suyun geri emilimi artar ve konsantre idrar çıkarılır. ADH yokluğunda idrar ile çıkarılan su miktarının artması ile idrar dilüe olur. • Tübülüslerden aktif taşınma ile geri emilen maddeler için bir eşik değer söz konusudur. Bu duruma en iyi örnek glukoz taşınmasıdır. Kan glukoz konsantrasyonu normal olduğu zaman glomeruslardan filtre olan glukozun hepsi prosimal tübülüs bölgesinde aktif taşınma ile geri emilir ve idrara hiç glukoz çıkmaz. Kan glukoz konsantrasyonu normalden yüksek (180-200 mg/dl) olduğu zaman aktif taşımada görev alan taşıyıcı moleküllerin doygunluğa erişmesi sonucu glukozun fazlası geri emilemez ve glukoz idrara çıkar. Geri emilemeyip tübülüs sıvısı içinde kalan glukoz fazlası, ozmotik güç yaratarak suyuda beraberinde sürükler. Diabetli hastalarda poliüri görülmesinin nedeni de budur.

Salgılama = Ekskresyon

 • İdrar oluşması sırasında bazı maddeler oğrudan tübülüs epitel hücreleri tarafından tübülüsler içine salgılanmaktadır. Amonyak, H+ ve K+, Penisillin bu tip maddelere iyi bir örnektir. Bazı maddeler ise hem glomerul filtrasyonu yolu ile hem de ekskresyon ile idrara çıkmaktadır. Bu tip bir maddeye en iyi örnekse kreatinin dir.

İdrarın yapısı

• Üre ve ürit asit gibi nitrojen içeren artıkların en önemli boşaltım yeri böbreklerdir. Nitrojen artıklarının en önemli kaynağı proteinler ve purin bazlarıdır. • Proteinlerin yıkımı ile oluşan ürün amonyaktır (NH3). Amonyak, hücreler için çok toksik bir maddedir, bu nedenle karaciğerde üre haline dönüştürülür ve üre böbrek tarafından atılır. • Purin bazlarının yıkım ürünü ise ürik asittir. • Sağlıklı bir insanın idrarında su, üre, ürik asit, kreatinin K+,Na+,CL-, fosfat ve sülfatlar bulunur. • Kan hücreleri, plazma proteinleri, yağlar bulunmaz.

4 Mayıs 2014 Pazar

Adenohipofiz hormonları

 1. Growth hormon (GH)- Büyüme hormonu 2. Prolaktin 3. Tiroid stimüle edici hormon(TSH) 4. Adrenokortikotropik hormon (ACTH) 5. Luteinizan hormon (LH) 6. Follikül stimüle edici hormon (FSH) 7. Melanosit stimüle edici hormon (MSH)

29 Nisan 2014 Salı

GFR

 Glomerüler Fİltrasyon Oranı (GFR) • Dakikada 125 ml olan filtrasyon miktarı günde 180 litreye eşdeğerdir. • Kanın plazma hacminin 3 litre olduğu dikkate alınacak olursa, bir günde kan plazmasının böbrekler tarafından 60 kez (180 / 3 =60) filtre edildiği anlaşılmaktadır. • Böbreklerin filtre edilen plazma miktarı bu kadar yüksek iken günde çıkarılan idrar miktarı ortalama 1- 1,5 litre kadardır. Buradan süzüntünün % 99 unun tübülüsleri geçerken geri emilerek tekrar kana verildiği anlaşılmaktadır. GFR REGULASYONU • Otoregulasyon (jukstaglomerüler apparatus rol oynar) • Hormonal regulasyon a)Renin- anjiotensin sistemi b) Atrial Natriüretik peptit (kalbin atriyum duvarının gerilmesi sonucu salgılanır. GFR  • Nöral regulasyon: Stress hormonları afferent arteriolleri daraltır, GFR ↓ GFR düzenlenmesi • Jukstaglomerüler Aparatus ve Renin-anjiotensin sistemi rol oynar. • Kan hacmini, kan basıncının ve glomerüler kapillerleri içindeki basıncın düzenlenmesi yönünde çalışan bir sistemdir. • Jukstaglomerular apparatus nefronun glomerul yumağına yakın bir yerde yerleşmiştir. Nefronlarda distal tübülüsün ufak bir bölümü afferent ve efferent arteriyolün arasındaki bir bölgeden geçer ve arteriyollerle deği halindedir. • Distal tübülüsün afferent arteriyol ile deği haline geldiği bölgede, gerek arteriyol hücreleri gerekse tübülüs hücreleri değişime uğramıştır. Bu bölgedeki tübülüs hücrelerine macula Densa, arteriyol hücrelerine ise jukstaglomeruler hücreleri denilmektedir. • Jukstaglomerul hücreleri renin adı verilen proteolitik bir enzim salgılar. • Makula densa hücreleri ise distal tübülüs içinden geçen sıvının Na+ ve Cl+ iyon konsantrasyonuna duyarlıdır. • Arteriyel kan basıncının düşmesi veya böbrek arterinin daralması sonucu GFR nin azalması distal tübülüsten geçen sıvıda Na+ ve Cl - azalmasına neden olur. • Bu durum macula densa hücrelerini uyarır. Macula densa hücreleri de jukstaglomerul hücrelerinden renin salgılanmasına neden olur. • Renin kanda bulunan ve bir polipeptid olan Angiotensinojene etki ederek Anjiotensin I oluşturur. Anjiotensin I de böbreklerde ve akciğerlerde bulunan konverting enzim aracılığı ile Anjiotensin II ye çevrilir. • Anjiotensin II kuvvetli vazokonstriktör etkiye sahip bir maddedir. Efferent arteriyolü kasarak glomerul kapillerlerindeki basıncı yükseltir. Anjiotensin II aynı zamanda sistemik dolaşımdaki arteriyolleri de kasarak kan basıncını yükseltir. • Anjiotensin II bu etkilerine ilaveten adrenal korteksten aldosteron salgısını uyararak tuz ve su tutulmasını artırır. • Hipotalamusa etki ederek ADH salgısını ve susama hissini uyarır. • Bütün bunların sonucunda kan basıncı yükseltilip ekstrasellüler sıvı hacmi artırılmış olur.

Nefrondaki Tübüler yapılar

• Proksimal kıvrımlı tübül: besin maddeleri ve bazı iyonları geri emer. • Henle kulpu: Kulpun ince kısmı korteksten medullaya inip tekrar kortekse döner. • Distal kıvrımlı tübül: Bazı hç ADH ve Aldesterona duyarlıdır. • Toplayıcı kanallar Glömerülleri oluşturan kapiller ile normal kapillerler birbirlerinden farklıdırlar: • İki atardamar arasında yer almış yapılardır. • Kapiller kan basıncı sistemik kapiller kan basıncından 2 kat fazladır ve kappiller boyunca sabittir. 60 mm Hg. • Glomerül kılcallarında yalnız süzülme olur geri emilim olmaz • İki katlı epitelle örtülüdürler. İDRARIN OLUŞUMU • İdrar nefronda 3 aşamada oluşur. • Filtrasyon • Geri emilme (reabsorbsiyon) • Salgılama (ekskresyon Filtrasyon • İdrar oluşumunun ilk basamağıdır. • Afferent arteriyol ile glomerul kapiller yumağına ulaşan kanın proteinleri ve hücreleri dışındaki tüm elemanları bowman kapsülü içine süzülür. • Süzüntünün içeriği proteinler dışında hemen hemen plazmanın yapısı ile eşdeğerdir. • Glomerul kapillerlerindeki filtrasyon hızı, birim zamanda süzülen plazma miktarı olarak tanımlanır. GFR nin normal değeri 125 ml / dk dır.Buradan anlaşılan normalde böbreklerin 1 dakikada 125 ml plazmayı filtre ettikleridir. GFR çeşitli faktörlere bağlı olarak değişebilir. Bu faktörlerin bazıları şu şekilde sıralanabilir: • a) Glomerul kapilleri içindeki kanın hidrostatik basıncının (50- 60 mmHg) azalması filtrasyonu azaltır,yükselmesi artırır. Kapillerdeki hidrostatik basınç afferent arteriyol daralmasında, böbreğe gelen kan miktarının azalmasında (arteriyel kan basıncının düşmesi ve kan kayıpları gibi koşullarda) azalır. Buna karşı efferent arteriyol daralması, basıncı yükseltir. • b) Glomerul kapillerindeki geçirgenlik artışları GFR'yi artırır. • c) Bowman kapsülü içindeki sıvının basıncının (15 mmHg) artması filtrasyonu azaltır. örneğin; böbrek taşları bu tip basınç yükselmesi yaparak filtrasyon hızını azaltmaktadır. • d) Kan kolloid Osmotik Basınç (25-30), kandaki proteinleirn oluşturduğu basınçtır ki suyu kapiller içinde tutmaya yarar. • Kapsüller Kolloid basınç Bowman kapsülü içine geçen çok az miktarda proteinin oluşturduğu basınçtır. Oldukça küçüktür.

Böbreklerin fonksiyonel durumu

 Böbreğin fonksiyonel birimi:Nefrondur • Her böbrekte yaklaşık 1250000 nefron bulunur. • İdrar nefronda oluşur, toplayıcı kanallara, minör ve majör kalikslere ve üretere geçer. Nefronun yapısı • Damarsan yapı (glömerül ve tübüler yapılardan oluşur. • Her bir nefron sıvıyı süzen körpüskül ve uzun bir tübülde oluşur. • Tübül proksimal kıvrımlı tübül, Henle kulpu, distal kıvrımlı tübül ve toplayıcı kanallardan oluşur. • Nefronlar kortikal (%85) ve Jukstamedüller (%15) olmak üzere ikiye ayrılır. Nefronon Bölümleri: Renal Korpüskül • Kan böbreklere renal arterler aracılığı ile gelir, afferent arteriol olarak filtrasyon işleminin yapılacağı bölgeye gelir orada glömerül adlı yapıyı oluşturu. Glomerül filtrasyonun başladığı yerdir. Filtre olan kan daha sonra efferent arteriol ve renal veni oluşturur. • Glomerülleri oluşturan kappillerler büyük çaplı porlar içerirler. Bu porlardan suda eriyen maddeler geçer Hücreler geçemez. • Bowman Kapsülü tübül hücrelerinin ilk kısmından oluşur. Glömörül yumağı ve çevresindeki kapsüle renal Korpüskül veya malpighi korpüskülü denir.

12 Nisan 2014 Cumartesi

Böbreklerin yapısı

 • Korteks:Böbreğin kabuk bölümü • Medulla: Böbreğin öz bölümü • Hilus: Renal arter, renal ven ve üreter pelvisinin çıktığı bölüm

Boşaltım Sistemi Anatomisi

  • Üriner sistemi iki böbrek, iki üreter, vesika urineria (idrar kesesi) ve üretra oluşturmaktadır. Böbrekler kanın süzme işini yaparak idrarı oluştururlar. Oluşan idrar üreterler aracılığı ile idrar kesesinde toplanır ve üretra ile dışarıya atılır. • Böbrekler retroperitoneal yerleşim gösteren torakal 12 ile lumbal 3 vertebralar arasına periton arkasına sağlı sollu yerleşen iki organdır.

10 Nisan 2014 Perşembe

Ateşli hastalıklar ve ateş

• Ateşli hastalıklarda hipotalamik termostat yeni bir noktaya ayarlanır. • Bu etkiyi yaratan maddelere pirojenler denir. • Pirojenler, ateşi oluşturan toksik bakteriler tarafından salgılanırlar ve dejenere olan dokudan serbestleşirler.

Boşaltım Sistemi Fizyolojisi

 

Boşaltım sistemi (üriner sistem) Homeostasise katılan en önemli organ sistemlerinden biridir. Vücut sıvılarının hacim ve içeriğinin kontrolü Kan basıncının düzenlemmesi pH nın, su ve elektrolit dengesinin düzenlenmesi, Hücrelerde metabolizma sonucu oluşan ve kana verilen atık ürünlerden arındırılması Düzenleyici hormon ve enzim salgılamak üriner sistemin fonksiyonlarıdır.

3 Nisan 2014 Perşembe

Vücut Isısının Düzenlenmesindeki Anormallikleri

 Vücut Isısının Düzenlenmesindeki Anormallikleri • Ates: • – Vücut ısısının normal sınırların üstüne çıkması durumudur. • Beyindeki anormalliklere ya da ısı düzenleme merkezlerini etkileyen toksik maddelere bağlı ortaya çıkar. • – Bu durumlar şunlardır: • • Bakteriyel hastalıklar, • • Beyin tümörleri, • • Sıcak çarpması yaratacak ortam kosulları • • Ağır egzersiz

27 Mart 2014 Perşembe

VÜCUT ISISININ DÜZENLENMESİ

• Termoregülasyon • – ısı üretimi ile ısı kaybı arasındaki dengedir. • – Isı üretimi-Isı Kaybı= 37 ±0,5 oC • Termoregülasyon merkezi hipotalamustadır. • Derideki ısı reseptörleri ve bu bölgeye gelen kan ısısı hipotalamik termostatı vücut ısısı hakkında bilgilendirir. Vücut çok sıcak olduğunda ısıyı azaltan mekanizmalar şunlardır: • – Vazodilatasyon-deri kan damarlarında • – Terlemenin artısı • – Isı olusumunun azalması. • Vücut çok soğuk olduğunda ısıyı azaltan mekanizmalar da sunlardır: • – Vazokonstrüksiyon • – Piloereksiyon-özellikle hayvanlarda önemli • – Isı oluşumunun artısı • – Titreme • – Sempatik uyarılma-ısı oluşumu • – Tiroksin sekresyonu-metabolizma artısı için

Terleme ve Düzenlenmesi

 Terleme ve Düzenlenmesi • Terleme otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir. • Ter bezleri sempatik sinir sistemi tarafından innerve edilirler. • Bu bezler dolaşım kanındaki epinefrin ve norepinefrine de duyarlıdır. Ter Sekresyon Mekanizması • Ter bezleri 2 bölümden oluşur; 1-kıvrımlı bölüm (primer ter salgısı üretir) 2-Kanal bölümü • Ter bezlerinde öncelikle ön salgı üretilir, daha sonra bu salgı kanaldan geçerken konsantre edilir. • Ön salgı kıvrımlı bölümdeki epitel hücrelerince üretilir, bu bezlerin sempatik sinirlerle uyarılması ter salgısını başlatır. • Ön salgının bileşimi plazmaya çok benzerdir ancak plazma proteinleri yoktur. • Ön salgı kanalda ilerlerken Na ve Cl iyonlarının çoğu geri emilir, geri emilme derecesi terleme hızına bağlıdır. • Ter bezi hafifçe uyarıldığında ter kanaldan yavaş akar, geri emilim çok hızlı oluşur, terleme hızı düşük olur. • Tersine ter bezleri sempatik sinir sistemi ile kuvvetlice uyarıldığında ön salgı fazla, kanaldan geçiş hızlı, geri emilim yavaş ve terleme hızlı oluşur.

26 Mart 2014 Çarşamba

Isı Kayıpları

 Isı Kayıp Yolları • Vücutta oluşan ısı su yollar ile çevreye aktarılır: • – Radyasyon • – Kondüksiyon • – Konveksiyon • – Evoporasyon • Radyasyon: • Direkt moleküler temas olmadan elektromanyetik dalgalar halinde ısı kaybıdır. • Dış ortam soğuk ise ısı kaybedilir, sıcak ise ısı kazanılır. • Kondüksiyon: • Sıvı yada gaz molekülleriyle ısı transferidir. • Bu yolla çekirdek ısı deriye oradan da çevreye iletilir. Isı kayıp yolları • Konveksiyon • Yüzeye iletilen ısının uzaklaştırılmasıdır. • Dönüşüm de denir. • Rüzgar ile ısı kaybedilir • Evoporasyon • Vücut ısısının ortama su ile iletimidir. • Suyun sıvı durumundan gaz durumuna geçişidir. • Evoporasyon yoluyla ısı kaybı deri ve akciğerlerden gerçekleşir. • Sıcak bir ortamda en etkin ısı kaybı deri yoluyla oluşan evoporasyon yani terlemedir. • Bu yolla 1 litre su ile 580 kkal ısı kaybedilir. • Terleme yoluyla ısı kaybı su faktörlere bağlıdır: • – Çevreyle temasta olan yüzey, • – Çevredeki nem ve ısı, • – Çevredeki rüzgar,

21 Mart 2014 Cuma

Vücut Isı Dengesi

 VÜCUT ISI DENGESİ • Vücut ısısı (iç ısı) sabittir (37 OC). • Deri ve ekstremitelerde değişken olabilir. • Normal vücut ısısı 36-38 OC. • Rektal 37 OC(çekirdek ısı, en az değişir). • Oral 36,5-37 OC. • Vücut ısısı egzersiz ile geçici olarak 39,3- 40’ye OC yükselebilir. • Soğukta 35,6 OC nin altına düşebilir.

8 Mart 2014 Cumartesi

Açlık

Açlık • Açlıkta vücut dokularındaki besin depoları boşalır. • Açlığın ilk birkaç saatinde karbonhidrat depoları boşalır (bu depolar vücut için gerekli enerjiyi yarım gün kadar karşılayabilir). • Daha sonra protein ve yağlar dokuda gittikçe azalır. • Yağlar en önemli enerji kaynağını oluştururlar ve boşalma hızları kesintisiz olarak devam eder. Protein boşalması 3 ayrı fazda devam eder: • Hızlı boşalma(başlangıç) • Kolay mobilize olan proteinler kullanılır, geri kalanlar kolay kolay mobilize olmaz. • Yavaş boşalma • Glikoneojenez hızının azalmasına bağlı olarak proteinlerin tüketilme hızları da azalır, yağların kullanımı artar, keton cisimcikleri oluşur, keton cisimcikleri beyin dokusu tarafından enerji için kullanılabilir(2/3). • Hızlı boşalma • Yağ depoları hemen hemen tamamıyla boşaldığında, tek kaynak proteinler kaldığı zaman protein depolarında tekrar hızlı boşalma gözlenir.

Zayıflık

Nedenleri: • Beslenme yetersizliği, • Psikojenik ve hipotalamik anomalilikler, • Anoreksia Nervosa, • Kişinin besinlere karsı tüm isteğinin kaybolması hatta yediklerini kusmasına bağlı oluşan şiddetli zayıflık ile karakterize durum.

2 Mart 2014 Pazar

ŞİŞMANLIK

 • Enerji tüketim hızının üretim hızından düşük olması durumudur.

• Patolojik olarak ta oluşabilir.

• Beslenme düzenlemesindeki bozukluklardan kaynaklanabilir.

• Nedenleri;

• – Psikojenik,

• – Nörolojik anomalilikleri,

• – Genetik faktörler,

• – Çocuklukta aşırı beslenme.

• Tedavisi enerji alımının azaltılması-tüketiminin artırılması

ve acıkma derecesinin azaltılması yoluyla yapılır.

25 Ocak 2014 Cumartesi

Lipit Metabolizması

 LİPİT METABOLİZMASI

• Besinde ve vücutta birçok kimyasal bileşikler lipitler olarak sınıflandırılır.

• Bunlar arasında trigliseritler olarak bilinen nötral yağ, fosfolipitler, kollesterol ve daha az önemli diğer bileşikler bulunur.

• Kimyasal olarak trigliseritler ve fosfolipitlerin temel lipit yapıları basit olarak uzun-zincirli hidrokarbonlu organik asitler olan yağ asitleridir.

• Kolesterol yağ asidi içermediği halde yağ asidi moleküllerinin yıkım ürünlerinden sentezlendiği için diğer lipitlerin birçok fiziksel ve kimyasal özelliklerini taşır.

 • Trigliseritler vücutta baslıca çeşitli metabolik süreçlere enerji sağlamak için kullanılır.

• Bununla birlikte bazı lipitler özellikle kolesterol, fosfolipitler ve az miktarda trigliseritler vücudun tüm hücrelerinin zarlarını oluşturmak ve vücudun diğer hücresel fonksiyonlarını yerine getirmek amacı ile kullanılır.

 • Kısa zincirli yağ asitleri dışında, besinlerdeki yağların hemen hepsi, bağırsaklardan lenf sistemine absorbe olur.

• Sindirim sırasında trigliseritlerin çoğu monogliserit ve yağ asitlerine parçalanır.

• Daha sonra bağırsak epitel hücrelerinden geçerken tekrar yeni trigliserit moleküllerine sentezlenirler.

• Bunlar bir araya gelerek lenfatik sisteme şilomikron adı verilen küçük damlacıklar halinde geçerler.

• İnce bagırsaklardan emilen kolesterol ve fosfolipitlerin çoğu şilomikronlara katılır.

• Şilomikronlar daha sonra duktus torasikusa iletilirler ve oradan venöz dolaşıma girerler.

• Şilomikronların çoğu yağ dokusu ve karaciğerdeki kapillerlerden geçerken dolaşım kanından uzaklaştırılırlar.

• Lipoprotein lipaz enzimi ile şilomikronların trigliseritleri parçalanır.

• Oluşan yağ asitleri hücre mebranından kolayca geçerek hücre içine girerler ve hücrenin metabolik ihtiyaçları doğrultusunda tekrar trigiseritlerin sentezine katılırlar.

Gliserol ve Yağ Asitlerinin Yıkılımı (Enerji Elde Edilmesi)

 • Gliserol ve Yağ Asitlerinin Yıkılımı (Enerji Elde Edilmesi) Gliserol glikoliz reaksiyonuna girer ve pürivik asite kadar yıkılır. 1 mol gliserol ün tam yıkılımı ile 19 mol ATP sentezlenir. Yağ asitlerinin yıkılımı mitokondride beta oksidasyon adı verilen reaksiyon ile devam eder. Beta oksidasyon esnasında oluşan koenzim A asetil fragmanı ile bileşerek Asetil CoA oluşur. Asetil CoA krebs siklusuna girer. Yağ asitlerinin yıkılımı için mutlaka Oksijene gereksinim vardır. Oksijen olmazsa yıkılım durur. Lipitlerin yıkılımda oluşan ATP miktarı: 

• 18 karbonlu 1 mol yağ asitinin yıkılımı ile 146 mol ATP olusur. 

• Herbir trigliserit 3 mol yağ aisidi içerdiği için 146x3= 438 mol ATP. 

• 19 mol ATP de gliserol yıkılımın dan gelir. 

• Böylece 1 mol trigliseritten toplam net 457 mol ATP sentezlenir.

Lipitlerden Enerji Elde Edilmesi

 Lipitlerden Enerji Elde Edilmesi 

• Lipitler vücudun en büyük enerji deposudurlar. 

• Lipit kaynakları şunlardır: 

1-Hücrede depolanan (özellikle kırmızı kaslarda) trigliseritler, 

2-Lipoprotein kompleksleri olarak dolaşımda bulunan lipoproteinler, 

3-Yağ dokusundaki trigliseritlerden serbestleyerek dolaşıma geçen serbest yağ asitleri .

Adipositler

 • Lipitlerin depolandıkları ve gerektiğinde buradan salındıkları bölgelerdir. 

• Trigliseritler enerji elde etme yoluna girmeden önce hücre içinde; 

• “Trigliserit + 3H2O ______> Gliserol + 3 yağ asidi” şeklinde yıkılıma uğramalıdır. 

• Adipositten kopup dolaşıma giren serbest yağ asidi (FFA) plazma albuminine bağlanır, daha sonra dolaşımdan aktif dokular tarafından alınır ve enerji için kullanılır. 

• Lipit kullanımı dokunun kan dolaşımına bağlıdır. 

• Dolaşım iyiyse daha fazla lipit kullanılabilir.